Sessizliği duymuş gibiydi. Veya anlam arayışı. Zaten bir türlü bulamamıştı doğru olan anlamı da, anlatım bozukluğunda doğru olan şıkkı da. İşte şimdi yine başlıyordu arayış 5 şık arasındaki uzun ve meşakkatli yolculuk. Akşam evdeki yemekleri geçirdi aklından. Amma da karnı acıkmıştı. Acaba ne vardı yemekte? Neyse fırça olacağı kesindi. Belki de uzun saatler, ailenin tüm bireylerinden kötü gelen şıklar için fırça yiyecekti. 5 yaşındaki küçük kardeşinden bile…Çünkü o bile önüne verilen üç şıktan doğru olanı bulabiliyordu. Sessizliği severdi aslında. Ama bu ortamda sessizlik en son istediği şeydi çünkü uzun sessizlikler, kalem oynayışlarının o derinden gelen sesinin kulaklarında yarattığı çınlamayı arttırıyordu.
Bir an aklına annesinin sürekli ona örnek gösterdiği “…….” Teyzenin oğlu “Bay ……” geldi. Ne başarılı çocuktu o be! Şimdi onun yerinde olsaydı bütün soruları yalayıp yutardı. Hatta üstüne tatlı niyetine kendisi 5 soru daha yazar, onları da çözerdi valla. Helal olsun be çocuğa, bütün annelerin hayalindeki çocuktu o! Hatta öğretmenlerin bile.
Derslerde Bay “………”nın efsanelerini duymuştu bolca. Bay “……..” öğretmenin sorduğu bütün sorulara, daha öğretmen soruyu sormayı bitirmeden cevap verir, kimsenin çözemediği soruları çözmek 5 saniyesini alırmış. Öğretmen “……..” Teyzenin oğluna hayran kalır ve diğer öğrencilerin hepsine “Hepiniz ………’yı biraz olsun örnek alsanız ne olur!” diyerek isyan edermiş. Bay “…….”, öğretmenin dağıttığı bütün yıldızları toplar, diğer çocuklara küçük bir meteor taşı hadi bırak onu yıldız tozu bile kalmazmış. Ne çocuktu be! Şu neydi annesinin, “…….” Teyzenin oğlunu ona anlatırken kullandığı kelime ımmm “zehirli, yok yok zehir gibi çocuk”. İşte aynen öyleydi. Zehir gibi çocuk!!!
İçinden keşke ben de onun gibi zehirli, ay pardon zehir gibi çocuk olsam diye düşünüp dururken bir el önündeki tertemiz, süt beyaz kağıdı tereyağından kıl çekermişçesine çekip alıverdi. Kağıdın rüzgarının yüzüne vurmasıyla kendine geldi. Ah bir olamamıştı şu …… Teyzenin oğlu ……… gibi…
Önünden giden boş kağıt öğretmenin elinde havada dans ederken aklında bir tek …… Teyzenin oğlu, Bay …… vardı. Nasıl bir çocuktu acaba bu çocuk… Bütün öğretmenlerin, annelerin hayran olduğu bir çocuk. Annesi çok zeki olduğunu söyler dururdu hep. Demek ki beyni kocamandı, keza kafası da büyüktü herhalde. Onun dışında dün Hakan demişti… Aynı anda 4-5 soruyu birden çözebiliyormuş bu çocuk. YGS, ÖSK, SBS, EBS, ABS, TEFLOG, KGS, SOS gibi alfabenin bütün harflerinin farklı kombinasyonlarından oluşan sınavların hepsini yiyip bitirmişti. Bu kadar soruyu aynı anda çözmeye, herhalde elleri, parmakları da kocamandır diye düşündü. Şu zamanında gazete kuponuyla biriktirilip alınan ve sadece annesinin kafanı kırarım dediği anlarda bu durumu gerçekleştireceği alet olarak elinde örneklendirdiği kütükten hallice kitaplar vardı ya… Hani annesinin kızgınlık derecesi doğrultusunda seçtiği (1-9 arasında derecesi, numarası olan) kitaplar. Onların hepsinin içinden girip dışından çıkmıştır kesin diye düşündü….
Onun dışında kimse kalmamıştı sınıfta, onunsa beyni dopdoluydu, her yerde “…. Teyzenin oğlu, Bay ……” vardı. Keşke onun gibi zehirlenseydi de zehir gibi olabilseydi. Keşke o da başarılarından dolayı örnek gösterilseydi. Keşke bütün anneler ve öğretmenler ona da hayran olup, diğer arkadaşlarına örnek olarak gösterilebilselerdi. Keşke o “………” oğlu Bay “……..” olsaydı!!!!
O gün “…..…” Teyzenin oğlu, Bay “………” gibi olmaya ant içti…
Ve zehirlenme süreci başladı…
Barış Sarısoy / twitter: @barissrsy
Pingback: #EGT 2016 Günlüğü – EGT'ciyiz biz!