Sandalyesine Balonlar Bağlayanlar mı, Yoksa Öylece Oturanlar mı? – Hangisini İstiyoruz?

Sandalyesine Balonlar Bağlayanlar mı, Yoksa Öylece Oturanlar mı? – Hangisini İstiyoruz?

Larry Walters otuz üç yaşında bir kamyon şoförüydü. Evinin arka bahçesinde bir sandalyede oturmuş, uçmayı diliyordu. Kendini bildi bileli uçmak istedi. Bir pilot olmak için gereken zamanı, parası ve eğitimi olmamıştı. Böylece pek çok yaz gününü arka bahçede sıradan alüminyum sandalyesine oturarak geçirdi. Sizin de bahçenizde olabilecek alelade sandalyede…

Bu hikâyenin bir sonraki bölümü, televizyonlarda ve gazetelerde büyük yer buldu. Sevgili dostumuz Larry Walters, Los Angelles semalarındaydı. Nihayet uçuyordu. Hala sandalyesinde oturup bir taraftan uçuyordu. Sadece sandalyede eskiye göre bir fark vardı, o da 45 helyum balonla bağlı oluşuydu. Larry tepesinde bir paraşüt, yanında bir telsiz, biraz içecek, fıstık ezmeli reçelli sandviçler ve aşağı inmek istediğinde balonların bir kısmını patlatabilmesi için bir havalı tüfek…

Larry Waters bu haliyle havada sadece birkaç yüz fit değil, on bir bin fit yükselerek Los Angeles uluslararası hava limanına indi.

Waters sessiz bir adamdı. Basın mensupları bunu niye yaptığını sorduğunda sadece “Orada öylece oturamazsınız” şeklinde yanıt verdi! (Fulghum, 2009).

Okullarda çocuklara genel olarak kazandırılması gereken en temel beceriler matematiksel, sözel ve mantıksal akıl yürütme becerileri olarak görülür. Bütün eğitim sistemleri bunun üzerine yapılanır. Öyle şeyler vardır ki keskin ve kesin doğrular sanki hepsi size istemsiz olarak bazı gerçeklerin dışındaki gerçekler, gerçek değildir mesajı verir. Sanki siz fark etmeden damarınıza enjekte edilmiş bir virüs gibidir, yayılır tüm yaşantınıza.Adsız

Her şeyi sınırlı görmeye başlarsınız. Sanki gözlerinize ve zihninize görülmeyen bir parmaklık geçirilmiş gibi. Daha sonra hayatınız boyunca sayıları birbiriyle çarpar ve her seferinde aynı DOĞRU’yu bulursunuz. Her seferinde aynı yoldan giderek aynı yere ulaşırsınız. Her seferinde bir olaydan aynı ana fikri çıkarır, her seferinde problemleri aynı yöntemle çözer ve daha hızlısının bu olduğuna inandırılırsınız. Hatta bazı problemlerin çözülmez olduğuna inanarak bir kenara bırakmışlığınız bile olmuştur…

George Bernard Shaw şöyle der: “Altın kural, altın kural olmadığıdır.” Fakat eğitim yoluyla çocuklara hep altın kurallar verilir daha sonra bunların aslında gerçek yaşamda altın kural olmadığı anlaşılır…

Bu haliyle bile yukarıda bahsettiğimiz becerilerin gelişimine odaklı akademik kaygı günümüzde her geçen gün yükselmeye devam ediyor. Hatta anaokulu düzeyinde bile bu kaygının bir baskı unsuru olduğunu artık söyleyebiliriz (Anaokulları, İlkokul Birinci Sınıflara mı Dönüştü?).

Anne-babanın beklentisiyle okulların yarattıkları akademik odaklı eğitim programları, çocukların hayal güçlerini erken yaşta budamaya başlıyor. Hem de günümüzde yapılan birçok araştırma erken yaşlarda başlayan akademik gelişimin hiçbir yararının olmadığını, (Dr. Suggate isimli bir araştırmacı 2009 yılında yaptığı araştırmada; 50′den fazla ülkedeki 15 yaşındaki 400 bin çocuğu değerlendirerek erken yaşta okula başlamanın, akademik eğitimin hiçbir avantaj sağlamadığını ortaya koydu). hatta sosyal-duygusal anlamda çocuklara zarar verdiğini söylerken….

Bu haliyle “oyunlar” çocukların hayatından gün geçtikçe uzaklaşmaya başlıyor. En temel hayal gücünün besin kaynağı ve birçok sosyal-duygusal becerinin ana geliştiricisi olan, şu sadece bir eğlence çocuklar için hoş vakit geçirme aracı olarak gördüğümüz oyunlar…

Yani çocukların sadece sandalyelerine oturup kalmalarını ve öylece oturmalarını istiyoruz. Fakat onlar oturdukça her geçen zamanda bazı şeylerin değişmez doğru olduğuna inanıyorlar, oturdukça kendi hayal güçlerine, kendi içlerinde yaşadıkları doğrulara olan inançları kırılıyor. Oturdukça başkalaşıyorlar ve kendilerine özgü bir şeyleri kaybediyorlar.  Böylelikle şu duruma ulaşıyoruz:

İnsanoğlu sandalyesinde oturup duruyor. Bir tarafta yapılacak bir şey kalmadığı mesajı var. Diğer taraftaysa Larry Waters gibi adamlar, hayalleri ve yaratıcılıklarıyla ilerleyerek sandalyelerine balon bağlamakla meşguller (Fulgham, 2009).

Oysa eğitimin en temel amacı Larry Waters’in kendi kendine geliştirdiği “Uçmak için kendi şartlarını kendi yarat!” bilinci olması gerekmez miydi? “Şartlar ne olursa olsun dert edindiğin bir problem varsa çözebilirsin.” anlayışı oluşturulması gerekmez midir? Hayata baktığımızda gerçekten insanlığa yararı olan, kendi başarı çizgisine ulaşmış insanların en temel becerileri, akademik becerilerden ziyade bunlar değil midir?  

Ailelerin artık çocukları için ne istediklerine karar vermesi gerektiğini düşünüyorum. Okul sıralarında öylece oturan çocuklar mı yoksa sandalyelerine balonlar bağlayanlar mı? Gerçekten hangisini istiyoruz…? Ana okullarına kadar inen akademik baskılarla başlayan bu süreçte, buna gerçekten karar vermeye ihtiyacımız var. Yoksa beklenti değişmezse beklenti doğrultusunda ortaya koyulan yapıların değişmesi muhtemel görünmüyor. Yararsız, zararlı olduğu bilinse bile….


Barış Sarısoy / twitter: @barissrsy 

Yazar

Akademik Koordinatör & Eğitmen

2 comments

  • Sevgili Barış Hocam, eğitim adına yaptığımız her şey, yazıp çizdiklerimiz, ürettiklerimiz, sandalyelerinde oturup duran çocukları o sandalyelerden kaldırmak için. Yine de o kadar çok oturan var ki….Bu durum beni de son derece rahatsız ediyor.
    “Orada öylece oturamayız.” sözü tüm öğretmenlerin mottosu olmalı.
    Bizleri çarpıcı bir gerçekle yüzleştiren bu harika yazı için teşekkür ederiz.

  • Aysun hocam, bana göre eğitim ve eğitimin tüm paydaşlarının temel görevi çocuklar sandalyesine balonlar bağlarken onlara destek olmak veya yanında olmaktır. Fakat maalesef onların uçmalarına engel olmak için işliyor sanki çark…
    Öğretmenlerin ise bu çarkı değiştirmede rolleri gerçekten çok kritik. Onun için mottolarını sizin söylediğiniz gibi “orada öylece oturamayız” şekilde değiştirmeliler. Umarım bu yazılar, çiziler biraz olsun farkındalık yaratır:)
    Değerli yorum ve paylaşımınız için teşekkürler…

Bir yanıt yazın