REGGIO EMILIA FELSEFESİ

REGGIO EMILIA FELSEFESİ

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İtalya’nın Emilia bölgesinde yaşayan anne-babalar çocuklarının daha iyi bir eğitim alabilmesi umuduyla yeni bir eğitim yaklaşımı aramaya başlarlar. Hangi sosyal, kültürel ve ekonomik statüye sahip olursa olsun tüm çocukların eşit ve kaliteli bir eğitim almaya hakkı olduğu düşüncesi bu hareketin temelini oluşturur. İdealist bir öğretmen olan Loris Malaguzzi, Emilia bölgesindeki insanların arayışlarını duyar. Bu arayışın içinde olabilmek için atlar bisikletine ve Reggio Emilia’nın yolunu tutar. Loris Malaguzzi ile birlikte oluşan eğitim anlayışı Reggio Emilia Felsefesi’nin temelini oluşturur. Böylelikle, Reggio Emilia Eğitim Felsefesi hem Avrupa’nın hem de diğer ülkelerin 50 yıldır esinlendiği bir kaynak olarak ortaya çıkar (Edwards, Gandini, & Forman, 2012).

Reggio Emilia Felsefesi çocuğun potansiyelini dikkate alan ve bu potansiyeli ortaya çıkarmak adına çocuklara alan açan bir anlayış olarak görülebilir. Her çocuğun kendini gerçekleştirebileceği alanlar vardır ve eğitim; çocukların bu alanları fark edebilmesine hizmet etmelidir. Durum böyleyken çocukların hepsinin aynı olduğunu, aynı yollarla öğrendiğini ve aynı şeylere merak duyduklarını varsaymak anlamını yitirmektedir. Reggio Emilia Felsefesinden esinlenen okulların bu zamana kadar yaptıkları uygulamalar gösteriyor ki, çocukların bireysel farklılıklarını dikkate almak; çocukların derinlemesine çalışabilmelerini ve kalıcı öğrenmelerini sağlamaktadır.

Çocuklar merak duydukları şeyleri öğrenir ve kendi meraklarının çerçevesinde öğrendikleri şeyleri yansıtmak için farklı dilleri vardır. Çocuğun 100 dili Reggio Emilia Felsefesinin en önemli ilkelerinden biridir. Geleneksel eğitimde uygulananın ve beklenenin aksine; çocukların öğrenme anlarını sadece sözel ve yazınsal araçlarla anlamak mümkün değildir. Çocuklar kendi öğrenmelerini ışıkla, sesle, dansla, müzikle, çizgiyle ve daha sayılabilecek bir sürü dil ile ifade edebilirler. Önemli olan çocukların ifadelerini görebilmek ve anlamlandırabilmektir.

Reggio Emilia felsefesi çocukların kendi arasındaki etkileşimleri kadar çocukların çevreleriyle olan etkileşimlerini de önemli görür (Nuhoğlu, 2013). Bu sebeple Reggio Emilia felsefesi çocukların çevreleriyle etkileşime geçebilecekleri alanları – piazza- öğrenme merkezleri olarak tanımlar. Bu alanlar çocukların gözlem yapma, araştırma ve analiz etme yolları ile gerçek yaşam tecrübelerinden öğrenmelerine olanak sağlar (Nuhoğlu, 2013). ‘Mış gibi yapmak’ yerine çocukların öğrenme anlarını gerçek yaşamın içinde tecrübe etmeleri için ortam oluşturmak tam da okulun işlevini anlatmıyor mu?

Çocuğu merkeze alan ve merakının peşinden gitmesine olanak sağlayan bir felsefe olan Reggio Emilia, ülkemizde de iyi örnekleriyle var olmaya çalışıyor. Kendi eğitim geçmişimizde çok aşina olmadığımız bu gibi yaklaşımlara alışmak hem öğretmenler, hem öğrenciler hem de veliler için biraz zaman alacağa benziyor. Kendi potansiyelinin farkında olan çocuklar yetiştirmek adına zaman ve çaba harcamaya değer!

 

Kaynakça:

Edwards, C., Gandini, L., & Forman, G. (2012). Background and Starting Points. C. Edwards, L. Gandini,                    & G. Forman içinde, The Hundred Language of Children (s. 5 – 11). California: PRAEGER.

Nuhoglu, H. (2013). Evaluation of Alternative Preschool Education Programs Regarding Their                                      Perspectives on Teaching Science and Nature, Mevlana International Journal of Education (MIJE), 236 – 249

Bir cevap yazın