17 Haziran 1944’te Maryland ve Virginia delegeleri Kızılderililerle Pennsylvania’daki Lancaster şehrinde bir anlaşmayı müzakere ediyorlardı. Kızılderililere, erkek çocuklarını William and Mary College’a göndermeleri teklif edildi. Hemen ertesi gün bu teklifi geri çevirdiler. Ve sonra nezaket dolu şu cevabı verdiler:
Bu üniversitede verilen eğitime çok değer verdiğinizin ve gençlerimizin oralarda okumalarının sizlere getireceği mali külfetin farkındayız. Bu teklifi bizlere iyilik yapmak amacıyla getirdiğinize eminiz. Bunun için sizlere bütün içtenliğimizle teşekkür ediyoruz. Ancak, belli bir olgunluğa erişmiş kişiler olarak sizler de bilirsiniz ki farklı ulusların meseleleri algılama biçimleri farklıdır. Dolayısıyla bu tarz bir eğitim hakkındaki görüşlerimizin sizinle aynı olmadığını söylesek, umarız yanlış anlamış olmazsınız. Bu konuda bazı tecrübelerimiz oldu. Birtakım gençlerimiz kuzey eyaletlerinizdeki üniversitelerinizde eğitim gördüler; her türlü bilgiyi aldılar ama geri döndüklerinde iyi birer koşucu olmadıklarını, orman yaşamıyla ilgili hiçbir şey bilmediklerini, ne avcılığa ne savaşçılığa ne de danışmanlığa uygun olmadıklarını gördük. Uzun lafın kısası bir işe yaramıyorlardı.
Bu nazik teklifinizden dolayı sizlere müteşekkir olmakla birlikte, bu teklifi kabul edemiyoruz. Bundan dolayı duyduğumuz minnettarlığın bir nişanesi olarak biz de 10-15 Virginia’lı genci bizlere göndermenizi teklif ediyoruz. Onların eğitimini üstlenir, bildiğimiz her şeyi öğretir, bir eli iş tutan insanlar olarak size gönderebiliriz.
Geçen gün bir yazı okumuştum. Yazıyı, büyük bir şirketin üst düzey yöneticisi yazmıştı. Yazı temel mesajlar; iş hayatının ve okulda geçen yaşamın birbirinden çok farklı olduğundan ve çoğu kez özellikle üniversitelerin bu ihtiyaçlara yönelik insan yetiştirmeden bir haber olduklarından bahsediyordu. Ve bu kritik durumu şu şekilde özetliyordu:
Çoğu üniversiteden dereceyle mezun olan öğrencilerle görüşmeler yapıyoruz ve maalesef çoğunun öz geçmişini rafa kaldırmak zorunda kalıyoruz.
Elli yıl önceki öğrencilerin, iş aile ve toplum hayatında başarılı olmalarına yarayacak bilgilerin yüzde %75’iyle donanmış olarak mezun olduklarının tahmin edildiği belirtiliyordu. Bugün ise bu oranın %2’lere kadar düştüğü tahmin ediliyor. Sanırım bu yüzdeler toplumların eğitim sistemlerini, değişen çağının ve bireylerin ihtiyacına yönelik olarak kurgulayamadıklarının en somut örneği gibi…
Kızılderililerin bu sisteme karşı verdikleri cevap çok net. Öyle hiç lafı dolandırma, evirip çevirme yok. Temel istekleri çok belli: “Biz, bizim yaşantımızda ihtiyaç duyulan becerilere sahip olan bireyler istiyoruz. Eğer bu temel ihtiyaç, kendi yaşamımız doğrultusunda “hayatta kalmak” ise bu temel ihtiyacı karşılayacak bireylere ihtiyacımız var. Ama sizin okullarınız yaşamlardan çok ayrı yerlerde çalıyor ve söylüyor. Bireysel, toplumsal ve yaşamsal ihtiyaçlardan çok uzak mesafelerde kaldığı için maalesef temel yaşam ihtiyaçlarını bile karşılamıyor. Aslında bizim işimizi görmediği gibi sizin de işinizi gördüğü pek söylenemez…”
Öğretim Programlarının En Büyük Eksikliği = “İhtiyaç Analizi”
Yukarıda bahsettiğimiz durumun temel kaynaklarından biri, öğretim programları tasarlanırken nitelikli ve kaliteli bir ihtiyaç analizinin yapılmıyor oluşudur. İhtiyaç analizi öğretim programının hedeflerini ve öğrencilerin kendi bireysel ihtiyaçlarından başlayarak, çağın, toplumun getirdiği ve gerektirdiği ihtiyaçlara kadar uzanır.
Eğer öğrencinin ihtiyaçları ve onun yaşamı için gerekli olan kimi beceriler iyi bir şekilde analiz edilmezse, kurgulanan öğretim programları bizim çocuklar için, onların bedenlerini ve beğenilerini önemsemeden üzerlerine geçirdiğimiz bir kılıftan öteye gidemez. Aynı Kızılderililerin kendi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamayan okullara verdikleri mesajda yakındıkları gibi…
Bu açıdan ulusaldan başlayarak sınıfa kadar uzanan öğretim programlarımızı tasarlarken ilk önce bireyin ihtiyaçlarına, yaşantısına, toplumun ve çağın gereksinimlerine yönelik bilgi, beceri ve anlayışı temele almamız gerekir.
Ayrıca bilginin, ihtiyaç ve beklentilerin sürekli bir devinim içerisinde yenilendiği hız çağında, ihtiyaç analizini sadece programı tasarlamadan önce yaptığımız bir uygulama olarak değil sürekli yenilenen ve devam eden bir süreç olarak yapılandırmalıyız.
Böylelikle öğretim sistemlerimizi yetişkinler olarak bizim kurguladığımız beklentilerden, yaşamsal gerekliliklere hizmet eden bir yapıya dönüştürebiliriz.
Barış Sarısoy / twitter: @barissrsy
Maalesef ülkemizde bu ihtiyaç analizinden ziyade öğrencinin seviyesi dikkate alınmadan uygulanan yıllık planlara ne demeli? Özellikle ülkemizde müzik ve beden eğitimi derslerine ne yazık ki pek önem verilmiyor. Ve hazırlanmış olan yıllık planlar da öğrencilerin ihtiyaçlarına ve seviyelerine katkıda bulunmuyor maalesef.
Emrah hocam haklısınız. Öğrencilerin düzeyleri, profilleri belirlenmeden yapılan planın hiç bir şekilde geçerli olmadığının görüşündeyim bende…
Yorum ve katkınızdan dolayı teşekkürler.