Ancora Imparo.. (Yet, I’m learning) – Michelangelo…
Öğrenmek??? Damakta en sevilen yemeğin bıraktığı tat, kulakta yüz güldüren müziğin tınısı, en güvendiğiniz eli tutarken hissettiğiniz huzur, hep daha ileriye götüren sonu olmayan bir yol, daima yenilenen bir ufuk çizgisi…
Yoldaş??? Çıkılan yolda elinizi tutan, yol boyu karşılaşılan zorluklara, sıkıntılara, kolaylıklara ve mutluluklara tanık ve eş olan, ortak bir görüşü benimseyenlerden her biri, arkadaş, dost, yol arkadaşı…
Bu iki kelime yan yana geldiğinde ise muazzam bir anlam çıkıyor ortaya.. Öğrenmek için çıkılan yolda yalnız olmamanın ve yanınızdaki kişinin öğreten değil yol arkadaşı olduğunu bilmenin verdiği güven duygusu ile öğrenmenin tarif edilemez tadına ulaşıyorsunuz. Öğrenmenize yoldaş olan kişi eleştirmeden, yargılamadan sadece yoldaşlık yaparak size tuttuğu ayna ile kendinizin bir üst sürümüne ulaşmanıza yardımcı oluyor. Yani Galileo’nun dediği gibi kimseye bir şey öğretmiyor ancak içindekileri bulmasına yardımcı oluyor.
Öğrenme yoldaşı bu yolda yanınızda yürürken sizin kendi gelişiminizin yanında kendisi de sürekli öğrenen olarak bireysel yolculuğuna devam ediyor.
Öğrenme yoldaşı; yol boyunca sahip olduğu sihirli şapkaları uygun yerlerde giyip çıkartarak ya da değiştirerek kişiyi yolda tutmaya çalışır.Yeri geldiğinde kendi deneyimleri ile kişinin alanında gelişmesine hizmet eden bir süpervizör olur ve sürecin sonunda karşı taraftan geri dönütler alarak olgunlaşma sürecini tamamlatır. Yeri geldiğinde deneyimlerini aktararak yönelttiği güçlü sorularla danışanının yetkinliğini artırmasına yardımcı olan bir mentör olur. Yeri geldiğinde ise soruları ile size kendi çözüm yollarınızı bulduran bir ayna görevindeki koç olarak danışanını şimdiden sonraya taşır.
Bütün bu şapkaları yerli yerinde kullanabilmesi gerekirken aynı zamanda da yargılamadan, açık ve yalın ifadeler kullanarak güçlü sorular sorabilmesi, iletişim odaklı olarak öğrenmeyi iletişimle desteklemesi ve etkin bir şekilde dinleme becerisine de sahip olması gerekir.
Öğrenmeye yapılan yolculukta ilk ve en önemli adımlardan biri kendin ile yüzleşmektir. Kendinle yüzleşmek çok ta kolay olmayan, cesaret gerektiren ama yapılabildiğinde müthiş bir özgürlük sağlayarak yeniliklere doğru sonuna kadar açılan bir kapıdır. Yazar Eddi Anter “Kendinle yüzleşmekten korkma. Bulacağın kişiyi sevebilirsin” der. İnsanın kendisi ile yüzleşmesi ilk etapta çok sancılı ve sarsıcı olabilir ancak yeni bir SEN’e doğru yola çıkmayı isteyen ve buna cesaret edebilenlerin yol sonunda elde ettikleri ise paha biçilemez olur. Kendi hayatının dışına çıkıp resmini çekmek, şuan neredeyim, neler yapıyorum, hayatım nasıl?? sorularının cevabına giden yolun ilk adımıdır. Bunun için kullanabileceğin yüzleşme araçları yol haritan olabilir.
İki boyutta gerçekleşen kendini tanıma yolunda birinci adım kendin ile yüzleşmek ikinci adım ise kişisel stratejik planlamanı yapabilmektir. Gitmek istediğin yeri belirleyerek buraya nasıl varacaksın, yol haritan nasıl olacak soruları ile kişisel amaç-vizyon ve hedef çalışmanı gerçekleştirmelisin. İnsan kendi varoluşuna bir anlam ve amaç yüklemediğinde onu harekete geçiren herhangi bir içsel güç olmadığından tekerleği patlamış bir araba gibi bir sağa bir sola savrulur. Yolda kalması mümkün değildir. Hedeflerini yapılandırarak kendine belirlediğin vizyon sana amacını hatırlatır.
Peki vizyon nedir ve nasıl oluşturulur?? Vizyon, değerler bütünü içinde gelecekte ulaşılması istenen yerdir.
Bugünden geleceğe doğru baktığımızda 5, 10 veya 15 yıl sonra kendini ne yaparken görüyorsun?
Kişisel, ailevi ve iş yaşantında etrafında kimler var?
Nasıl bir evde yaşıyorsun?
Nasıl bir işe sahipsin?
Sana nasıl hitap ediyorlar?
Bulunduğun bu yere gelebilmek için neleri bilmen ve yapman gerekti? gibi soruların cevaplarını vermeye çalıştığında kendi kişisel vizyonunu da belirlemiş olursun.
Bugünden geleceğe bakmak ve nerede olduğunu düşünmek dendiğinde akla hayal kurmak da gelebilir. Kendinize sorduğunuz sorulara verdiğiniz cevaplar ne kadar netse ve belirsizlikler ne kadar azsa bu hayal değil vizyondur. Ama cevaplarınızda tam tersi söz konusuysa bu hayalden öteye geçemez.
Vizyonunuz değerlerinizide içine almalıdır. Hayatınızın olmazsa olmazlarını belirlemeden kişisel vizyonunuzu belirlemeniz mümkün değildir. Değerlerimiz bizi biz yapar, bir inanca yaslanır, yaşantısaldır ve zamanla değişir. Hayatta bulunduğumuz konuma ve kendimize yüklediğimiz anlama göre bizi ifade eden değerlerimizi ve yolda kalmamızı sağlayan öz değerlerimizi belirleyebilmemiz önemlidir.
Öğrenme yoldaşı danışanının amaç-misyon-vizyon-değerler-hedefler ve stratejilerini geliştirebilmek için farklı teknikler kullanır ve gelecekteki resmine ulaşabilmesine yardımcı olur…
İnsan hayatının her anında iletişim halindedir ve iletişimin yeri – zamanı – mekanı yoktur. Etkili bir iletişim hem sözel hem de beden dili ile gerçekleşir. Sesli, sessiz, sözlü, sözsüz her türlü mesaj alıcıya gönderilebilir. İletişimin en temel iki ikesi ise Dinleme ve Kabul etmedir.
Dinlemek için karşımızdaki kişiyi sadece işitmek yeterli değildir. Söylenenleri önemli bulmak, kavramak, anlamak,düşünmek, konuya adapte olmak, önemli noktaları kaçırmamak yani etkin bir dinleyici olmak gerekir. Etkin bir dinleyici karşısındakinin söylediklerine konsantre olur, önemser ve karşısındakine gerçekten dinlendiğini hissettirir. Kendi hayatımızdaki kişileri gözden geçirdiğimizde bizi gerçekten dinlediğini düşündüğümüz insanlarla iletişim kurmaktan kaçınmaz, kolay iletişim kurar ve bu iletişimden zevk alırız.
Odaklanarak… sabırla… empati kurarak… eleştirmeden… Marslı gibi dinleyebilmek bir öğrenme yoldaşının sahip olması gereken en önemli becerilerdendir. Bu beceriye ne kadar sahip olduğunu belirlemeli ve eksikleri varsa geliştirmelidir.
Kabul etmek, karşımızdakinin tüm söylediklerini onaylamak, fikrine kayıtsız şartsız katılmak demek değildir. Kişiyi olduğu gibi görmek ve tüm sahip olduklarıyla birlikte, yanlış ya da doğru diye yargılamadan, sana uygun ya da değil diye ayırmadan kabul etmektir. Örneğin ateşi olduğu gibi kabul edersen sıcak olduğunu, eğer dokunursan yanacağını bilirsin. Ateşi olduğu gibi kabul etmezsen dokunduğunda hissettiğin acıyla bağırır, öfkelenir ve küfürler edersin. Peki sen bağırınca, öfkelenince, küfür edince ateş yakmaktan vazgeçer mi??
İnsanla kurulan iletişimde aynı böyledir. Karşındakini olduğu gibi kabul etmediğinde, onun hep düzeltilmesi gereken yanları olduğunu düşündüğünde çatışma başlar. Bu ise iletişim değil savaş olur.
Kabul etmek olduğu gibi sevmektir. Sizin olmasını istediğiniz gibi değil. Sizinle aynı takımı tutmayan, aynı tarz müzikten hoşlanmayan, aynı dine inanmayan hatta hiç bir dine inanmayan, sizin gibi giyinmeyen, okuduğunuz kitapları okumayan, izlediğiniz filmleri beğenmeyen, sizin olmazsa olmazlarınızı önemli görmeyen birini sevebilmek, hayatına saygı duyabilmek ve tüm bu farklılıklara rağmen önemsemek onu kabul etmektir.
Karşınızdaki kişiyi kabul ettiğinize dair verdiğiniz tüm sözlü ve sözsüz mesajlar kabul iletileridir. Kabul iletileri yaşamsaldır ve eğer bir kişi kabul iletisi almıyorsa rahatsızlık yaşar. Koşullu ve koşulsuz olarak ikiye ayrılan kabul iletilerinde mesajlar pozitif ve ya negatif olabilir. Karşımızdaki kişiye verdiğimiz iletinin iletişim kurmayı sağlayıcı, kişiyi geliştirici, sadece davranışa yönelik, detaylı ve eğitici olmasına dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde kurdumuz iletişimde kullandığımız ileti kişiliğe yönelik, gelişime katkı sağlamayan veya engelleyici olabilir.
İletişimde bir diğer önemli nokta ise kullandığımız dil dir. Bu dil “sen” dili ya da “ben” dili olabilir. Seçtiğimiz dil suçlayıcı, kişiliğe yönelik, eleştiren, incitici ve kırıcı olan sen dili yerine, savunmaya itmeyen, davranışa yönelik, yargılamayan, suçlamayan, rahatlatan ve yakınlaşmayı sağlayarak daha sağlıklı bir iletişim sağlayan ben dili olmalıdır. İletişimin sağlıklı olabilmesi için duyguların açıklıkla dile getirilmesi çok önemlidir. Karşınızdaki kişi sizin duygularınızı net olarak bilir ise iletişim sağlıklı bir şekilde devam eder. Aksi takdirde gerçekleşen bir iletişim olmaktan çıkar ve çatışmaya dönüşür. Hiç bir yol kat edilemediği gibi ilişkileri de zedeler.
Karşımızdaki ile etikili bir iletişim kurmak istiyorsak ZAAF larımıza yenilmemeliyiz.
Zaten
Ancak
Ama
Fakat, bağlaçları iki cümle arasına geldiğinde ikinci cümle artık karşı taraf için geliştirici değil eleştiricidir. O yüzden bu bağlaçları yutarak konuşmak, bir virgül koyarak cümleye devam etmek söylediğiniz şeyin etkisini artırır.
Öğrenme yoldaşlığı ya da hayatımızda kurduğumuz tüm ilişkilerde iletişimimizin temellerinden birini de soru sorma becerileri oluşturmaktadır. Soru, bilmek, bildiğini onaylamak ve bildiğini göstermek için sorulabilir. Bir öğrenme yoldaşının sorduğu soruların güçlü olması çok önemlidir. Kişiyi sorgulamasını istediğiniz yöne götüren, destek veren, duyguların açığa çıkmasına olanak sağlayan, karşıdakini konuşmaya teşvik eden düşündürücü sorular olmalıdır. Kişinin sorunuza cevabı “Bilmiyorum” bile olsa cevabı bulabilmek için tüm geçmiş deneyimler ve yaşantılar süzgeçten geçirilir, düşünmek zorunda kalınır. Amaç kişinin yolunu aydınlatmak olduğu için sorulan sorular ışık gibi olmalı, karanlıkta kalan hiçbir şey olmaması sağlanmalıdır.
Sorulan sorularla kişinin hayal gücü harekete geçirilmeli,
Düşünelim ki…
Farzet ki,
Daha başka… gibi sorularla sadece bir tek doğru cevap olmadığı, cevapların çoklu olabileceği, daha derin bir düşünme düzeyine inilerek çözüme odaklanma sağlanmalıdır.
Danışanın nerede olduğunu ve gitmek istediği yeri çok iyi bilerek uyumu yakalamak soru sormaya hazırlık aşamasının ilk ve en önemli basamağıdır. Odaklanarak, derinlemesine dinlemek ve danışandan gelen cevaba hazırlıklı olmak da bu hazırlık aşamasının olmazsa olmazlarıdır.
Sorulan soru karşı tarafta çok büyük bir heyecan, coşku ya da kaos yaratabilir. Tüm bu duygu durumlarına karşı hazır olunmalı ve karşıdaki kişiyi destekleyip ona yardımcı olmak üzerine odaklanılmalıdır.
Çıkılan bu yolda kişinin performansının gelişimini sağlamak, motivasyonunu arttırmak ve değişimin gerçekleşmesi için ayna olabilmek adına geri bildirim vermek öğrenme yolunun en önemli taşıdır. Bu taş olmadığında attığınız adım boşa çıkabilir. Geri bildirim almadan yola devam etmek kendini göremediğin bir aynaya bakmak gibidir. Kıyafetinde bir kusur var mı, makyajın da eksikler ya da aşırılıklar var mı, saçın senin istediğin gibi mi, bütün olarak istediğin gibi görünüyor musun?? Baktığın ayna sana seni göstermezse bütün bunlar cevapsız kalır. Kendi değerlendirmeni yapmadan, hoşnutsuzluklarını düzeltmeden yola çıkmak sana belirsizlik ve mutsuzluk getirir.
Her insan yaptığı işin içindeki kendini görmek ister. Bunu kendi başına görmesi çok kolay değildir. Bize yaptığımız herhangi bir işle ilgili etkili bir geri bildirim verildiğinde olduğumuz kişiyi görerek gelişimin önündeki engeli kaldırmış oluruz. Geri bildirim kişiyi değiştiren, geliştiren, olumlu ve artı yönde ilerleme sağlatan bir süreçtir.
Geri bildirim genellikle kişinin olumlu yönlerini övmek, olumsuz yönlerini yermek, tek yönlü olarak gerçekleşen bir kişisel saldırı gibi algılanmaktadır. Tam tersine kişinin kendi farkındalığını sağlamak, davranışa yönelik ve zamana bağlı olarak yapılan bir besleme şeklidir. Geri bildirimde amaç kişiyi güçlendirmektir. Daha güçlü ve kendinin farkında olarak yoluna devam etmesini sağlmak etkili bir geri bildirim ile mümkündür. Aksi şekilde yapılan geri bildirim üzüm yemek değil bağcıyı dövmek için yapılan bir etkinlikten öteye geçemez.
Tüm bu üstünde durulan noktaların altında aslında Einstein’ın “İnsan aklın sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye erişemez.”sözü yatar.
Kendini aşmak, sınırlarını zorlamak, bulunduğun yerin bir adım ötesine geçmek, kendine dışardan bakabilmek ve tüm bunları yapabilmek için elini tutan birine ihtiyaç duymak… Tutulan el kapasiteni sana gösteren bir ayna, gelişiminin önündeki engelleri aşmana destek veren bir itici güç, sorduğu sorular ile kafanda deli sorular oluşturan ve çözüme giden yolda önünü aydınlatan ışığın olmuşsa ufuk çizgin hep daha uzağa ve iyiye seni götürecek demektir.
O eli tutarak öğrenme yolundaki yolculuğunun keyfini çıkar… Keşfedeceğin sen, yolun sonunda seni bekliyor..
Yazan: #MGUSP Katılımcısı Selda Ahval