“Hava henüz karanlık ve tüm çevre uykudayken, erkenden kalkan biri…”Giorgio Vasari, Sanat Tarihçisi
15 Nisan 1452, Saat 22:30
Floransa’nın Vinci kasabasında ortalama ağırlıkta, herhangi bir kusuru olmayan, “normal” bir çocuk dünyaya geldi. Ancak doğumunun ilk dakikalarıyla birlikte “normal olmayan” bir hayat onu bekliyordu: Evlilik dışı doğmuştu, annesini bir daha asla göremeyecekti, öğrenme zorluğu yaşayacaktı ve toplumdan dışlanmış bir çocukluk geçirecekti. Ancak o tüm kısıtlamalara rağmen kendi deyimiyle Öğrenmeye Duyduğu Arzu’nun peşinden gitmeye devam edecekti. Aradan 500 küsür yıl geçmesine rağmen, insanlığın keşfetme yeteneğinin birer abidesi olacaktı. Bizler de bu Evrensel İnsan’ı Leonardo da Vinci olarak hatırlayacaktık.
Arkanıza yaslanın çünkü sizi 14. yüzyıla, insan yaratıcılığının sınırlarını zorlayan bir dahinin hayatındaki ufak ama önemli anlara götürüyorum. Yolculuğumuzdan keyif almanız dileğiyle…
Asla Tanışamadığım Öğretmenim/Ustam
Leonardo ile tanıştığım sırada, bugün hala ülkemizde “kalıcı öğrenmenin” en büyük düşmanı olarak gördüğüm üniversite sınavıyla uğraşıyordum. (3. sefer girmiştim ve sonuçları bekliyordum) Ancak itiraf etmek gerekirse, sınav sonucunu pek de takmadığımı söylemeliyim. O sıralar Bursa’daki yazlığımızda kendime göre daha önemli, daha eğlenceli ve merak uyandırıcı şeylerle uğraşıyordum: Yeni kazı yapılan toprak yolların kenarlarındaki katmanlarda bitki fosilleri arıyor, Bilim Çocuk dergisinden edindiğim kuş çeşitleri kartlarından etrafımdaki kuşları tanımaya çalışıyor, bisikletimle ormanın içinde kaybolurcasına dolaşıyor ve yaptıklarımı test çözmek için aldığım sarı saman kağıtlarına not alıyordum.
Kendimi bildim bileli çok okumaya çalışıyorum ve o sıralarda da elimden kitap neredeyse hiç düşmüyordu. Entelektüel bir ihtiyaçtan değildi benimkisi, sadece merak ettiğim çok soru vardı ve sıklıkla kafamı o kadar meşgul ediyordu ki, hayatımda neyin önemli neyin öncelik olduğu konusunda büyük bir zorluk yaşıyordum.
Da Vinci’nin Not Defteri o günlerde raftaki yerinden gözüme çarpmaya başlamıştı. Daha önceden merak ederek aldığım bu kitap büyük dahi Leonardo da Vinci’nin kendi kaleminden çevrilmiş metinlerden oluşuyordu: Hayat hakkında görüşleri, beslenme ile ilgili çarpıcı fikirleri, gelecek hakkındaki öngörüleri ve öğrenmeye, not almaya duyduğu karşı konulamaz tutku… Okudukça ve tanıdıkça neredeyse her gün Da Vinci hakkında daha çok şey bulmak için internette arama yapıyor, kütüphaneleri gezerek hakkında ne varsa bulup okumaya çalışıyordum. Kısa bir süre sonra onun gibi tersten yazmak için kendimi disiplin etmeye başladım. (Bknz: Ayna Yazısı) Onun gibi not tutabilmek için farklı konularda fiziksel ve dijital ortamda düzenli notlar tutmaya çalıştım. 5 duyu organımın duyu yeteneğini geliştirmek için etrafımı daha büyük bir dikkatle gözlemleme keşfetmeye başladım. Yüzyıllar öncesinde yaşamış olan Da Vinci gün geçtikçe bana ilham veren bir usta olurken, ben de sorgusuz sualsiz adımlarını izleyen çırağı haline gelmeye başlamıştım.
Kendi Öğrenme Yolunu Keşfetmek
Leonardo evlilik dışı bir dünyaya geldiğinden, üniversiteye gitmesi ya da soylu mesleklerden birine atılması yasaktı. Bu nedenle eğitimi sınırlı kalmıştı ve çoğunlukla kendi kendini eğlendirirdi.
Bir gün gizlice babasının bürosuna girip birkaç tabaka kağıt aldı – kağıt, o dönemde zor bulunan bir nesneydi ama noter olduğundan babasında epey miktarda vardı. Ormana gidip bir kayanın üstüne oturarak çevresindeki manzarayı çizmeye başladı. Her gün aynı yere gelip resim çizmeyi sürdürdü; hatta kötü havalarda kendine bir barınak bulup çizim yapıyordu. Ne öğretmeni ne de bakacağı resimler vardı ve doğayı model alarak, yalnızca kendi gözleriyle gördüklerini çiziyordu. Çizdikçe her şeyi daha yakından gözlemleyebildiğini, yakaladığı ayrıntıların resimlerini adeta canlandırdığını fark etti.
Kendimize içtenlikle soralım;
- Bizler öğretmenler, eğitimciler olarak, anne-babalar olarak öğrencilerimizin kendi öğrenme yollarını keşfetmelerine olanak tanıyor muyuz?
- Yoksa kendi öğrenme yöntemlerimizi, basma kalıp “6 şapkalı” teknikleri paylaşmaktan daha da öteye gidemiyor muyuz?
- Etrafınızdaki herhangi bir çocuk ya da yetişkin çizim yaparak notlar aldığında ona hangi gözle bakıyorsunuz?
- Kurallara uymayan bir deli mi? Yoksa kendi öğrenme arzusunun peşinden koşan bir dahi mi?
Çocukların ve gençlerin keşfetmenin verdiği doyumu yaşayamadıkları her gün, her okul dönemi önce bir çocuk ardından bir dönem nesli kaybediyoruz! Öğretmenleri ya da büyükleri olarak öğrenme ortamlarından “elleriyle düşünebildikleri” nesneleri, onları kontrol edebilmek ya da bildiğimiz metodları zorla uygulayabilmek adına, her gün 1 tane daha Leonardo da Vinci’nin kendi çağını etkileyememesine sebep oluyoruz. Abartı değil, hepimiz biliyoruz ki tümü gerçek…
Okul hayatım boyunca anlamakta büyük zorluk yaşadım. Düz yazılar neredeyse aklımda hiç kalmıyordu. Seslerle tekrar etmek de hemen hemen aynı şekilde kalıcı değildi. İlkokul öğretmenimin “Kalemi yanlış tutuyorsun.” demesine rağmen, bazen çizerek not tutma işleminin saatlerimi almasına rağmen devam ettim. Benim için sonunda ne öğrendiğimden önce, öğrenirken eğlenmem, okuduğum hikayenin içinde kendimi hayal edebilmem daha önemliydi. Bu sebeple 21. yüzyılın öğretmeninin görevi öğrenme arzusunun altında yanan ateşi daima taze tutmak olmalıdır. Çünkü evlilik dışı olsun olmasın, okula gitsin gidemesin, her çocuk Da Vinci gibi içinde “öğrenmeye duyulan arzu” ile dünyaya gelir.
Görsel Düşünme ile Öğrenme nasıl mümkün olabilir?
Leonardo da Vinci gibi birçok çizerek not alan bilim insanı, dahi, öğretmen farkedilmiştir bazı ortak not alma yöntemlerini içgüdüsel olarak kullanmışlardır. Sizinle paylaşmak istediğim Görsel Düşünme yöntemi asla sadece çizim ile ilgili değildir. Çizerek not alma tüm sürecin birer parçasıdır. Görsel Düşünme sürecini aşağıdaki şekille size özetleyebilirim:
Bakmak
Görsel Düşünme’de ya da görseller yoluyla düşünme de herşey “bakmak” ile başlar. Gözlemlerimiz 5 duyu organıyla dışarıdan aldığımız veriyi oluştururlar. Burada “aktif dinleme ve gözlemleme” esnasında en çok dikkat etmemiz gereken şey “yargısız bakmak” olmalıdır.
Unutmayın ki Leonardo da Vinci sadece gözlemlerini kaydetmekle uğraşmış, sayfalar üzerindeki düzene ve sıralamaya önem vermemiştir. Bu sebeple aynı sayfalar üzerinde hem çizimlere, hem de rakamlara rastlayabilirsiniz.
- Önce tüm manzarayı gözleriyle taramaya başlar. Havayı derinlemesine solumaya başlar. Kulakları keskin bir şekilde manzaranın ona söylediği şarkıyı duymaya çalışır.
- Sınırları keşfetmeye çalışır. Baktığı manzaranın varlığı nereye kadar erişiyor? Nelerle bağlantılı ve nelerle değil? Tüm duyularıyla nereye kadar manzaranın içerisinde kalabiliyor? Çerçevesini çizmeye başlar.
- Da Vinci için ayrıntılar önemlidir, ancak bazen manzaranın karşısında tüm ihtişama ortak olurken bazı ıvır zıvırlar da ortaya çıkabilir. Her manzaranın bir anlamı vardır. Da Vinci manzarayı ıvır zıvırlardan uzak doğal haliyle görmeye çalışır.
Görmek
Bakmak ile Görmek neredeyse eşzamanlı olarak çalışırlar. Bakarak ve duyu organlarımızla pekiştirerek aldığımız tüm veriyi Görmek’e başlarız. Görmek tüm veriyi birlikte kullanmak, anlamlandırmak demektir. Leonardo da Vinci kendisinden, ustası Verrocchio’nun tasarladığı İncil’den alıntı bir tabloya melek yapılması istendiğinde, kilisede saatler geçirerek dua eden insanların yüzlerini inceledi. Aralarından bir tanesinin, genç bir erkeğin yüzünün melek için bir model olabileceğini baktıktan sonra gördü ve onu tablosunda kullandı.

Düşlemek
Her eserde, bakmanın ve görmenin dışında, tasarımcısının imzasının olmadığını söylersek yalan söylemiş oluruz. Her sanatçı, aldığı tüm veriyi yorumladıktan sonra, ona yorumunu da katmaktadır. Bazı sanatçılar gerçekliği manipüle edebildikleri gibi bazıları sadece teknikleriyle dahi kendilerinin farklı olduğunu belli ederler.
Leonardo, gerçekçi melek kanatları çizmek istediğinde, Floransa sokaklarındaki tüccarların kafeslerde tuttukları güvercinleri satın alır ve onları göğe salmalarını isterdi. Kuşlar kafesten çıktığı anda Da Vinci büyük bir dikkatle, onların kanatlarını resmeder ve göğe süzülüşlerini seyrederdi. Zaman zaman gözlerini kapayarak bu sahneleri ihtiyacı olduğundan zihninde adeta bir film sahnesi gibi tekrar ettirir ve çizimlerine referans olarak kullanırdı.
Göstermek
Tüm bu süreçler boyunca Leonardo’nun defterlerinde onlarca eskiz çizimi oluşmuştur bile. Tek bir tablo için kuşları incelemiş, kilisede dua edenlerin yüzlerini gözlemlemiş ve gözlerini kapatarak oluşturacağı kompozisyonu zihninden görmeye çalışmıştır.
Son aşama, düşlenileni fiziksel olana dönüştürmektir. Da Vinci gibi sanatçılar bu işlemi birer “simya” olarak görürler. Burada daha çok teknik devreye girer ki, unutulmaması gereken şey, en fazla pratiğin burada yapılması gerektiğidir.
Sizinle bu son aşamada, kendi Görsel Düşünme sürecimin “Göstermek / Paylaşmak” aşamasında yeralan “Görsel Çizimin 7 Elementi” isimli yönergeyi paylaşmak isterim.
Öğrenme Arzusu
Hiç kimse keyif almadığı herhangi birşeyi yapmak istemez değil mi? Okullarımızı, öğrenme ortamlarımızı, üretimlerin ve birlikte çalışmanın merkezleri haline getirebilmek tek bir çocuktan başlayacaktır. Bu başlangıç için önce yukarıda sizinle paylaştığım bütün ilhamı alıp, ayağa kalkıp, elinize doğanın renklerini alarak çizmeye başlamalısınız!
Herşeyden de öte çizebilmek için değil, özünüzdeki Yaratıcı ile yeniden buluşmak, doğdunuz anda sizinle birlikte olan ilham perilerinizi yeniden yanınıza çağırmak ve yeniden başlamak için bunu yapmalısınız. Ruhunuzu, karakterinizi yabani otlardan uzak tutabildiğiniz ve öğrenme yolculuğunuzu ne olursa olsun devam ettirdiğiniz sürece öğrenme arzunuz, yaratma ilhamıyla beraber, nerede olursa olun, sizi izleyecektir.
“İyi insanlar için öğrenme arzusu doğaldır.”Leonardo da Vinci
Doğal olan öğrenmek, iyi ise insan olan
Çok güzel bir yazı olmuş 👏🏼