Son yıllarda neredeyse tüm ülkelerde eğitim ve eğitim sistemleri tartışılıyor. Ülkemizde de bu tartışma tüm boyutlarıyla devam ediyor. Aslında bu tartışmalar zaman zaman umutsuzluklara ve belki de değişim olmuyor diye mutsuzluklara neden oluyor. Öte yandan tüm paydaşların derinlemesine ihtiyaçlarını ve görüşlerini ortaya koymadığı tartışmalar ihtiyacı karşılamayan bir dönüşüme neden olabileceği için bu tartışmaları, gelişim ve değişim için önemli bir fırsat olarak görmek de gereklidir diye düşünüyorum.
Aslında eğitim sistemleri üzerinde bu baskı ve tartışma ortamını tetikleyen durumları gözden geçirmeden tartışmaya katılmak geçmişin ihtiyaçları ile geleceği tasarlamak olabilir, öyle ki bu durumda bizi çağ dışı bir eğitim sistemi ile yaşamaya mecbur bırakabilir. Bu tartışmaları tetikleyen farklı dinamikler var;
En önemli dinamik, Dünya nüfusunun hızla kentlileşmesidir. Hemen hemen her ülkede insanlar kentlere doğru göç etmekte ve bu durum insanlık tarihinde ilk kez dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşamaya başlaması sonucunu ortaya çıkardı. Kentlere yerleşen bu nüfusun kırsal alana dönme eğilimi olmadan kentlerde yaşama tutunmaya çalışması ise istihdam sorunlarını beraberinde getirmekte. Ekonomik olarak gelir paylaşımındaki adaletsizlik ise nüfusun önemli bir kısmının orta ve alt gelir grubunda olmasına sebep oluyor. Bu durumda nüfusun büyük çoğunluğu olan orta ve alt gelir grubundaki aileler en son riske atabilecekleri çocuklarının geleceğini düşünerek yüksek kaygı içinde yaşamaya başladılar. Bu durumun doğal sonucu olarak da aileler çocuklarının geleceğinin iyi bir eğitim sonucu elde edebilecekleri bir meslek ile yaşamlarını güvence altına almaları gibi bir çıkarımla eğitim sistemleri üzerinde talep ve baskı oluşturmaktalar. Burada iki temel kabul öne çıkıyor;
İyi okul: bir üst eğitim kurumlarından en iyilerine yerleştirmeyi sağlayan okul…
İyi okullar: iş bulmayı garanti eden okullardır…
Bu kabuller bizi genel olarak iki çıkmaz sokağa doğru sürüklüyor;
Yerleştirme ve bir üstteki iyi okul odak haline getirilince sonuç önemli hale geliyor ve sürecin diğeri bütünüyle ortadan kalkıyor. Bu durumda yerleştirme amaçlı yapılan ölçme ve değerlendirme süreci bütünüyle sürece hakim olduğu için bizim erken çocukluktan lise yıllarının sonuna kadar olan eğitim sürecimizin tüm kazanımları ve beklentileri güme gidiyor. Bu noktada sistemle ilgili iyileştirme çalışmalarının bütünü yama gibi duruyor ve hızla tüketiliyor. Örneğin, öğrenenin karakterinin oluştuğu bu okul yılları bireyi önemsiz hale getirdiği için bireysel gelişim yerine sınavsal gelişim, sosyal ve duygusal öğrenme yerine oportünist öğrenme ortaya çıkıyor. Beceri geliştirmesi beklenen bu süreç değersizleşince Matematik, Fen, Türkçe, vb testlerinden tam yapan ve en iyi okulları kazanan çocukları konuşan, akademik ve bilişsel alan başarısını kutsayan bir toplum haline geliyoruz öyleki sonrasında da her olumsuz olayda bu çocuklar nerede büyüdü diye soruyoruz. Bu bağlamda kendimize belki de soracağımız en önemli soru ¨okul ne için eğitim vermelidir?¨
İkinci kabul ise gün geçtikçe sorunlu hale geliyor. Öyle ki bugün Tıp fakülteleri hariç mezuniyetinde iş garantisi olan üniversiteler neredeyse kalmamış gibi! Ülkemizde yaklaşık 80 bin civarında öğretmen açığı kalmış durumda. Oysa şu anda eğitim fakültelerimizde 300 bin civarında okuyan öğrenci, atanamayan yüz binlerce öğretmen adayı, pedagojik formasyon verilmiş ve verilmekte olan Fen ve Edebiyat Fakülteleri mezunlarının önümüzdeki yıllarda 500 binden fazla ihtiyaç fazlası öğretmen adayı olacağını düşününce insanın içinden bağırmak geliyor… Artık üniversitelerin meslek edindirme amaçlı kurumlar mı yoksa araştırma-geliştirme mi yoksa bireyin zihinsel açıdan olgunlaşma dönemindeki eğitim kurumları mı olması gerektiğini daha çok tartışmak zorundayız. Öyle ki bu dönemde hangi mühendislik okuduğundan çok mühendis düşünce yapısını oluşturabilecek temel mühendislik eğitiminin kalitesini sorgulamak ve bölüm ayrışmasından çok temel bilimden güç alan disiplinler üstü işbirliği deneyimlenen yeni öğrenme ekosistemleri oluşturmalıyız.
Oysa eğitim sistemleri 20. Yüzyılın yapılanmasıyla bilgi merkezli ve aynı tipte yüzlerce insan yetiştirmek için yapılanmış ve bu işi de mükemmel yapabilmekte… Bugün özellikle Dünyamızın sorun alanlarına baktığımızda gelişim alanlarının da orada olduğunu görebiliyoruz. İstihdam sorunlarının bir nedeni büyük bir hızla gelişen bilim ve teknoloji insana bağlı iş gücünü hızla programlı makinalara yani robotlara devretmekte. Bu durumda da aynı tipte aynı işi yapan bir sürü robotumuz yakın gelecekte üretimi sürdürecek. Beraberinde insanlık tarihinin matbaa kadar önemli buluşlarından birisi olarak insanlığın gelişinde kırılım noktası oluşturan 3 boyutlu yazıcılar ile bugün inşaat sektöründen sağlık sektörüne kadar tüm sektörlerin üretim paradigmaları değişiyor. Birkaç yıl içinde bu durum daha fazla gündelik yaşamı etkiler hale gelince istihdam probleminin yanında yeni bir ekonomi, yeni bir hukuk, yeni bir yaşam biçimi kısacası yeni bir toplumsal dönüşüm sürecinin tam ortasında olduğumuz yılları yaşadığımızı fark edeceğiz. Bunu fark ettiğimizde ise geç kalmamışsak eğitim sistemlerini kısır döngüsünden kurtarmak için konfor alanlarımızdan çıkmak zorunda kalacağız…
Özetle, bitirdiğimiz eğitim yılının sonucunda LYS, TEOG, YGS ortalamalarımızdan daha değerli olan tartışmalarımız eğitimi ne için yapıyoruz bağlamında ve tüm paydaşlar ile birlikte olabildiği zaman bizi ileriye taşıyacaktır. Ülkede içinde bulunduğumuz çıkmazlarımız mikro tartışmalardan daha değerli olan makro dönüşüm yaratacak alanlarda, çoğulcu, ötekileştirmeyen ve insanın geleceği için bireysel tercihleriyle var olmayı öğrenmiş mezunlar nasıl olur bağlamında ancak gerçekleşebilecektir.
Son söz ¨Eğitim gerekli midir?¨ düşünelim!