Çocuklar Düşmeyi Öğrenemiyorlar mı?

Çocuklar Düşmeyi Öğrenemiyorlar mı?

Geçen gün bir öğretmen arkadaşım anlatıyor. Sınıfından küçük bir çocuk kucağında çantalarla okulun çıkış kapısına doğru yürüyormuş. Birden ayağı takılıp düşmüş. Şimdi diyeceksinizdir “eee bunun neresi ilginç veya yazıda konu almaya değer bir hikaye…”

Olayın ilginç tarafını anlatayım…

Evet, çocuk düşüyor ve görünüşte hafif bir düşme gibi duruyor. Ama çocuğun burun kemiği neredeyse paramparça oluyor ve doku zedelenmesi oluşuyor.

Tabi bu olayı duyunca önce anlamlandıramadım. Fizik kuralları bağlamında düşündüğümde içinden çıkmadım. Hem küçük bir düşüş, hem de böyle berbat bir sonuç. Zihnimde tasarlamaya başladım; “Acaba nasıl düşse bu şekilde bir sonuç alabilir bir çocuk?”

Ben bunları düşünürken öğretmen arkadaşım düşmeyle ilgili diğer detayları anlatmaya başladı. Çocuğun yürürken her iki elinde de çanta varmış ve çocuğun düşeceğini fark eden öğretmenler ellerindekini atmasını ve kendini korumasını söylemişler. Çocuk bu esnada neye uğradığını şaşırarak donakalmış ve ellerindekilerle birlikte öylece olduğu yere kesilen bir ağacının yere düşüşü gibi düşmüş. Yani çocuk ellerindekileri bir kenara atıp elleri ve kollarıyla yüzünü korumamış, koruyamamış…

Kendimden hatırlıyorum… Çocukluğumda düşmelerden dolayı aldığım diz kapağımdaki, avuç içlerimdeki ve kollarımdaki yaralar hala durur. Belki de yüzlerce kez düşmüşümdür ama hiçbir düşüşümden böylesine bir olayla ayrılmadım. Keza çevremde yetişen birçok arkadaşım da aynı şekildeydi. Çünkü ailelerimiz bizi düşebileceğimiz ortamlardan sakınmadı. Böylelikle düştüğümüzde en az yarayla ayrılabileceğimiz kendimizi koruma biçimlerimiz yaşantılar yoluyla kazanılan bir beceri haline dönüştü.  Evet, belki düştüğümüzde ağladık, canımız yandı… Fakat iki üflerlerdi büyüklerimiz veya kendilerince ellerinde olan malzemeleri bir araya getirerek yaralarımıza sararlardı. Belki pek işe yaramıyordu ama garip bir şekilde iyi hissettirir ve iyi gelirdi.

Düşmek, incinmek, incitilmek daha önce  hiç günümüzdeki kadar berbat bir şey olmadı. Çünkü ailelerimiz kendi aldıkları sınırlı eğitim ve farkındalığa rağmen şunu net olarak biliyorlardı: “Çocuk dediğin düşe kalka büyür.”

Geçmişte çocuklar gerçekten de düştüler, dirseklerini yaraladılar, evet, bazıları kemiklerini kırdı. Bu yaralar, büyümenin ya da en azından, yer çekimi kuvvetini öğrenmenin göstergeleri olarak görünürdü… Charles j. Sykes

Ailelerin çocukların düşmemeleri için ellerinden geleni artlarına koymadıkları bir zaman içerisindeyiz. Çocuklar gün geçtikçe sıkıştıkları dört duvar arasında düşmeyi öğrenmez hale geldiler. Yaralanmadılar, berelenmediler ve yararlarını iyileştirip güçlenemediler… Düşerken en az yarayla bu kötü durumdan, yaşantıdan kurtulabilecekleri bir savunma becerisi geliştiremediler.

Aynı durumu yaşamda başarısızlıkla veya duygusal serzenişlerle karşılaşıldığında kullanılan düşme metaforuna da taşıyabiliriz. Ben kendi açımdan baktığımda fiziksel düşmeyle ve metafor olarak kullanılan yaşamdaki düşmeler arasında büyük bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Birinde öğrenmediğiniz düşmeyi diğerinde de öğrenemiyorsunuz. Düşmelere karşı geliştiremediğiniz direnç hayatınızın bütün sürecine yansır oluyor. Çünkü aileler tarafından fiziksel olarak düşmeye koyulan engellerin şiddeti biraz daha artarak çocukların psikolojik olarak düşmesine engel olmakla devam ediyor. Onlar üzülmesin, canları sıkılmasın diye yaşamlar çocuklara göre dizayn edilmeye kadar gidiyor.  

Bu durumun nasıl bir etkiye sebep olduğunu ise Hara Estroff Maranou, Psycholohgy Today makalesinde çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Maranou, çocukları bu morluklardan korumak için gösterilen aşırı çabanın psikolojik bozuklukların sebebi olacağına dikkat çekiyor ve makalesinde şöyle bir vurguda bulunuyor:

“Karşılaştıkları çok az zorlukla, çocuklar yaşamın normal değişimlerine karşı yaratıcı bir şekilde uyum sağlamakta başarısız oluyorlar. Bu sadece risk almaktan korkmalarına neden olmuyor, aynı zamanda psikolojik olarak onları kaygılı ve kırılgan yapıyor.”

Sonuç mu?

“Çocuklarımız için kurguladığımız iyilik görünümlü kötülüklerin üzerine tekrar tekrar düşünebilmek ümidiyle…”


Barış Sarısoy /twitter: @barissrsy

Yazar

Akademik Koordinatör & Eğitmen

2 comments

Bir cevap yazın