“Olmuş” Öğretmen mi? – “Öğrenen” Öğretmen mi?

“Olmuş” Öğretmen mi? – “Öğrenen” Öğretmen mi?

İçinde bulunduğumuz çağın bilgi üretimiyle ilgili bazı verileri:

  • Dünya üzerinde bir günde ortalama 2500 bilimsel makale yayınlanıyor ve ortalama 7 ansiklopediyi dolduracak düzeyde bilgi üretiliyor…

Bu verilere baktığımızda “Olmak”, “Ben Oldum” demek çağın en kötü anlayışlarından biri sanırım. Çünkü önceden bu bakış açısı insanı sadece durağanlaştıran bir yapıya sürüklerken,  içinde bulunduğumuz değişim çağında insanı olduğu yerde sabitlemenin dışında, eksilten azaltan bir anlayış durumunda…

Hele ki işiniz eğitimci olmak gibi öğrenmenin odağında ilerleyen bir yapıda ise iş çok daha kötü bir hal alıyor. Çünkü genel olarak hitap edilen kişiler öğrenme veya değişim beklentisi içerisinde olan bir kitleyi oluşturuyor…

Peki, öğretmenlerimiz ne kadar öğrenen öğretmen?

Uluslararası Öğrenme ve Öğretme Araştırması (Teaching and Learning International Survey – TALIS) raporunun bu konuyla ilgili önemli sorunlara işaret ettiğini görebiliriz:

  • Öğretmenlerimiz son 18 ay içerisinde ortalama 12 gün mesleki gelişim etkinliklerine katılıyorlar ve bunun da ortalama 10 gününü öğretmenlik görevinin zorunlu bir parçası oluşturuyor. Yani öğretmenlerin katıldıkları mesleki gelişim etkinliklerinin %15’ini istek ve ihtiyaçları doğrultusunda (kendi kaynak ve zamanlarıyla) katıldıkları çalışmalar oluştururken, %85’ini ise zorunlu olarak katıldıkları çalışmalar oluşturuyor. (Zorunlu katılınan çalışmalarda ise öğretmenlerin %25 verim aldıklarını belirtiyorlar.)  
  • Diğer taraftan öğretmenlerimizin dörtte biri son 18 ayda herhangi bir öğrenme etkinliğine katılmamış durumdalar…

Yukarıdaki verilere baktığımızda odağı “öğrenme” olan bir meslekte çıkan bu korkunç oran bizim öğretmekle, olmuş olmakla daha fazla ilgilendiğimizi gösteriyor. Yani öğretiyor olmanın bu kadar fazla, öğreniyor olmanın ise bir o kadar az olduğu bu meslekte, sürekli öğreten öğretmen git gide doğru yol olarak kendi tarafından kabul ettiği şeyleri uygulamaya devam ediyor ve bunları kutsallaştırmaya başlıyor.

Öğretme Yürekleriyle Öğrensinler kitabının yazarı Ronald Barth bu durumu şu şekilde açıklıyor:

Öğretmenler uzun yıllar boyunca öğrettikçe, işe yaramayan şeylerin üstüne çizgi çekmeyi işe yarayanları kutsallaşmayı öğreniyor. Ne var ki işleri farkında olmadan otomatiğe bağlamak eğitimcilerin içindeki reformcuyu öldürmeye, sınıfın kapısını yeniliklere kapatmaya başlıyor (Barth, 2009).

Yani kişi meslekte “oldum” anlayışını benimseyerek kendine güvenli bir liman yaratıyor. Orada rahat ve huzurlu bir şekilde emekliliğine doğru olta atmaya devam ediyor.

Bundan dolayı “olmuşluk”, “ben oldum” anlayışı kanımca öğretmenlik mesleğinin en büyük hastalığı. Bu hastalık öyle kötü bir hastalık ki, insan hasta olup olmadığının bile farkında olamıyor çoğu zaman…

Öğretmenlerimizi “ben oldum” hastalığına kapılma sürecine ne itiyor?

Bunu anlamak için bir tarafıyla soruyu farklı bir şekilde sormakta yarar olduğunu düşüyorum…

“Öğretmenler Neden Öğrenmeyi Bırakmasın Ki?”

Bu sorunun cevabını ise şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Öğrenmek isteyen öğretmene maddi ve manevi destek çok sınırlı hatta yok bile denilebilir.
  • Meslekte ilk seneki uygulama ve bilgilerle (20’li yaşlar) emeklilik yaşına kadar devam edilebiliyor (65’li yaşlar). Bununla ilgili olarak sistem öğretmeni hiçbir stres ve sıkıntıya giremeye zorlamıyor.
  • Sistem içerisinde öğrenen öğretmenle öğrenemeyen, kendini yenilemeyen, değişmeyen öğretmen hiçbir şekilde birbirinden ayrılmıyor.
  • Yenilikçi, öğrenen, değişim yaratmaya odaklı öğretmen sistem içeresinde “öteki” haline geliyor. “Hocam başımıza iş çıkarma!” mesajı alttan alta zihnine yerleştiriliyor.

Peki, bu olumsuzlukların içerisinde öğrenen, kendini geliştiren öğretmenler nasıl çıkıyor?

Kendi gözlemimce bu öğretmenlerin en belirgin özellikleri kendi sınıflarına odaklanmaları ve bütün bu zor koşullar içerisinde “Neyi Daha İyi Yapabilirim?” sorusunu soruyor olmaları… Yani değişim için kendi sınıflarına etki alanlarına odaklanıyorlar. Dışarıdan aldıkları desteğin derecesini önemsemeden, iç motivasyonlarıyla kendi kaynaklarını yaratarak neyi daha iyi yapabilirim sorusuna cevap buluyorlar ve bu cevaplar doğrultusunda eyleme geçiyorlar. Yani karanlığa küfretmektense bir mum yakanlar, ben oldum demekten öte, ben öğreniyorum diyen öğretmenler…

Sonuç olarak eğitimciler olarak bu çağda “eksik olduğumuzu ve hiçbir zaman tamam olmayacağımızı” her an kendimizi yenileyecek şekilde bir öğrenebilme becerisine sahip olma zorunluluğumuzu fark etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yapılan uygulamaları kutsallaştırmamalı, bilimsel bakış açısıyla geçmişten gelen, kültürden kültüre aktarılır gibi ilerleyen yöntemlere, anlayış ve modellere değişen çağın ihtiyaçları, koşulları doğrultusunda değerlendirmeliyiz. Yani “Neyi daha iyi yapabilirim” sorusunu daha sık sormalı, olmuşluk hastalığına kapılmaktansa çevremize daha çok öğreniyorum anlayışını bulaştırmalıyız…


Kaynakça:

Roland, B. (2009). Öğretme Yürekleriyle Öğrensinler. (çev: Ayşın Akyor). İstanbul: İKÜ Yayınevi

Barış Sarısoy / twitter: @barissrsy

Yazar

Akademik Koordinatör & Eğitmen

5 comments

  • ..öğrenen, kendini geliştiren öğretmenler nasıl çıkıyor? Sevgili Barış; bu öğretmenlerin, sağlıklı birey olmak, mesleki kimliği benimsemek, çözüm odaklı düşünmek ve eylemde bulunmak, meslektaş ilişkilerinde açık iletişim kurmak gibi kişilik özellikleri var; kısaca Freud’yen açıklamayla, sevmek ve çalışmak ile başarıyorlar.

    • Kesinlikle katılıyorum Sedat hocam…”Neyi daha iyi yapabilirim?” sorusunu soran öğretmenlerin temel özelliklerinin söylediklerinin hepsini barındırdığını gözlemleyebiliriz. Bence hepsini birbirine bağlı ve birbirini tetikleyen özellikler. Katkın için teşekkürler hocam.

  • Eleştiri dışarıdan bakıldığında kurgulanan içinde veya üzerinde görülen eksikliklerden kaynaklanan doğal gelişen yaklaşımdır. Farklı bakış açılarını eleştirel yaklaşımlarla yakaladığımız olasıdır.

    Öğretmen veya sistem üzerinden yapılacak sayısızca eleştirel yaklaşımlar rol model kavramlarının yeterliliğinin az olması veya iletişimsel problemler yaşanmasından da kaynaklanmaktadır. Eskiden öğretmenin toplumda saygı ve güven duyulan bir profil olduğunu tespit ederken, zamanla bu saygının azalması daha sonrasında ise sadece ders anlat maaşını al ilişkisine dönüştürülmesi sistematik olarak eklemlerde kireçlenmelere neden olmuştur.

    Öğretmen öğrenen mi öğreten mi olmalı, melekler dişi mi erkek mi?

    Karşındaki insana subayların astsubaylara, astsubayların er ve erbaşlara yaptığı gibi emir komuta kademesi yaparsan kısacası geliştirmesini beklediğin öğretmenin gelişmesini bekleyip ona liderlik veya rehberlik değil müdürlük yaparsan olumsuzluklar ” Neyi daha iyi yapabilirim” diyen bir kaç kişiyi geçmeyecektir.

    Öğretmenler neyi daha iyi yapabiliriz diyen insanların peşinden gider. Git yap diyen insanların değil.

  • Ne yazık ki hem devlet hem de özel okullarda öğretmene yatırım yapılmıyor. Çünkü özel okullar öğretmenleriyle her yıl sözleşme yenilediği için bir sonra ki sene olup olmayacağı belli olmayançalışanına yatırım yapmayı gereksiz buluyor. Öğretmenin en fazla ders saatini doldurması, az personelle çok iş mantığıyla , aslında eğitim ve öğretimin kalitesi her geçen yıl azalıyor. Veli’ler de bu süreci destekliyor farkında olmadan. Nasıl derseniz; okulların kadrosunun ders saatine bakmadan, öğretmen çalışma yılına bakmadan, sadece fiziksel koşullara, sınav başarısına, fiyatına bakarak çocuklarının okuyacağı okula karar veriyorlar…. Tüm bunlar da özel okulları farklı kriterlere göre yatırım yapmaya yönlendiriyor. Bu nedenlerle de adlında en önemli yatırımı yapması gereken öğretmene yatırıma yer kalmıyor😔😔

    • Didem hocam. Sizinde belirttiğiniz gibi maalesef bir çok özel okulların en temel sıkıntılarından biri öğretmenlerin öğrenmelerine gerekeli yatırımın ve gerekli ilginin gösterilmiyor oluşu..Bir çoğunun gözünde lüks ve ayrılan kaynaklardan öncelikle vazgeçilebilecek bir taraf gibi. Okullar sadece çocukların öğrenmesi üzerine kurulmaya devam ettikçe bu problemler yaşanmaya devam edecek. Oysa ki okul herkesin öğrendiği ve öğrenmenin çocuklara bulaştığı bir öğrenme topluluğu olmalıdır. Yorum ve paylaşım teşekkürler…

Bir yanıt yazın