Akademik Odaklı Eğitimin Yarattığı Kirli Bir Başarı Motivasyonu

Akademik Odaklı Eğitimin Yarattığı Kirli Bir Başarı Motivasyonu

OECD-PISA matematik, fen okuryazarlığı ve okuma becerileri gibi alanlarda yaptığı sınavların sonuçlarına karşı genel olarak biraz mesafeli durmuşumdur. Çünkü ölçüp değerlendirdiği şey her ne kadar bizim sınavlarımızdan daha üst bilişsel beceriler de olsa, dönüp dolaşıp yine akademik alanların odağa alındığı bir sıralamayı önümüze koyuyor.

Geçen gün TEDMEM’in yeni raporunu incelerken OECD’nin 2015 yılında farklı bir alanda yaptığı araştırmanın sonuçlarıyla karşılaştım. Daha önce karşılaştığım akademik sıralamalardan farklıydı. Çocukların başarı motivasyonlarını, motivasyon kaynaklarını değerlendirmişler. Karşımıza çıkan ise çocuklarımızın OECD ülkeleri ortalamasından çok daha yüksek bir başarı motivasyonuna sahip olduğuyla ilgili ilginç bir sonuç. Şaşırtıcı değil mi? Biraz da kafa karıştırıcı tabi. Neden çocuklarımız akademik anlamda bu kadar başarıya motiveyken son sırlarda yer alıyoruz? İşte büyük soru…

Sanırım bu sorunun cevabı çok derin. Aslında benim ele almak istediğim soru bundan biraz daha farklı. Benim bu yazıda ele almak istediğim, tartışmak istediğim konu; sistemimizin bize kattığı başarı motivasyonunun ne kadar kirli olduğuyla ilgili. Bunu yapılan araştırmadaki başarı motivasyonu değerlendirme boyutlarına baktığımızda daha net görebiliriz. O zaman hep birlikte aşağıda paylaştığım araştırmanın kafa karıştırıcı sonuçlarını inceleyelim.

İlk gördüğüm andan itibaren yüzümü düşüren bir grafik. Daha önce yayınlanan matematik ve fen bilimleri gibi alanlarda bizi hep listenin sonunda gösteren grafiklerden çok daha iç yakıcı bir sonuç bence.

Ülke olarak başarıyı tanımlama şeklimiz “başkalarından daha iyi olmak” ve “iyi not almak” üzerine şekillenmiş. Sürekli bir dış kaynağa bağlı ve rekabet içinde yoğrularak geçirmişiz tüm eğitim yaşantılarımızı.

Bunu başta kendi eğitim sürecimize baktığımızda çok net görebiliriz. Eğitim yaşantımız başladığı andan itibaren içine sokulduğumuz karşılaştırma, puanlandırma ve başkalarından daha iyi olmayı yüceltme anlayışı eğitim yaşantımızın son gününe kadar devam etti. Ve maalesef çocuklarımız için hala devam ediyor.

Daha önce bir yazı yazmıştım: “Akademik Odaklı Okullar Çocuklara Acımasızca Başarılı Olmayı Nasıl Öğretir?” aslında o yazıda temelde anlatmak istediğim şeye çok benzer bir sonuç. Şimdi bu yazıdaki içeriği, biraz daha ülke genelinde ortaya çıkan bu sonuçlarla bir araya getirerek yorumlayamaya çalışacağım.

Başkalarından Daha İyi Olmak

Başta sınav sistemi olmak üzere bütün puanlandırma ve sıralama sistemimiz başkalarından daha iyi olmanın ne derecede önemli olduğu üzerine kurulu. Sistem senin kendi açından nasıl bir değer yarattığına, kendi yaşamında geliştirdiğin becerilere bakmadan “Kimi gerinde bıraktın?” sorusuyla ilgileniyor. Yani başarın başkalarının başarısızlığına bağlı. Bu ilkokul sıralarında aldığımız kurdelelerden başlayarak üniversitede verilen bölüm birinciliklerine kadar ilerliyor. Bunun en kötü etkisi ise iş birliği yapamaz hale gelmemiz oluyor.

Bugün bütün iş ilanlarına baktığımızda hepsi alan bilgisinden önce takım çalışması diye bas bas bağırıyorken, biz yine bireysel bir kirli başarı motivasyonuna sahip bireyleri yetiştirmeye devam ediyoruz. Bu bireyler iş yaşamında bir araya geldiğinde eğer ki kendini bu anlamda yetiştirememişlerse, birlikte çalışılması imkânsız olan kişiler haline geliyorlar. Değer yaratamıyor, bir değerin parçası olamıyorlar.

En iyisi olmak

En iyisi olmak, en büyüğü olmak, en fazlasına sahip olmak, en…. Maalesef enlerimiz bitmiyor. Bu enler öyle bir yaşantımıza işlemiş ki, enleri hedeflemeden bir işe kalkışamaz olmuşuz. Grafikte görüldüğü üzere öğrencilerimizin zihni, OECD ülkeleri ortalamasından açık ara farkla “Ne yaparsam yapayım, en iyisi olmak isterim.” düşünce biçimiyle çalışıyor. Yine bir karşılaştırma, yine bir sıralama…

Yani ne yaptığının hiç bir önemi yok, önemli olan en iyi kişi olmak.

İyi not almak

Puanlandırılmaya, sıralandırılmaya, sınıflandırılmaya, alkışlanmaya o kadar çok alışmışız ki bunlar olmadan herhangi bir işe değer ve anlam yükleyemez hale gelmişiz. Yaptığımız her işin sonunda alacağımız puana ve sonuca odaklanmak işin anlam, değer ve yarattığı etkiyi, kalitesini en kenara itmemize sebep oluyor. Bunu çalışma hayatında veya ülke olarak yaptığımız işlerin çoğunda görebiliriz.

Bütün bunlara baktığımızda bir döngüyle karşılaşıyoruz. Benim fikrim bu eğitim sisteminden çıkan anne-babalar ve öğretmenler, çocuklardan ister istemez bütün bunların her şeyden daha değerli olduğunu hissettiriyor. Çocuk eve gittiğinde, anne-babaların çoğu için başarının tek ölçütü diğer çocukların düzeyi oluyor. Öğretmenler çocuklara ister istemez bazı davranışlarıyla ve maalesef sistemin gerektirdikleriyle başkalarından iyi olmanın ne derecede önemli olduğunu aşılıyor.  Hiç yapmasa bile çocuk dördüncü sınıfa geldiğinde maalesef sınavlarla tanışıyor ve sınıflandırma, sıralama ve rekabete ilk adımı atmış oluyorlar.

Peki, ne yapabiliriz?

Ernest Hemingway “Başkalarından üstün olmanın değerli bir tarafı yoktur, asıl onur kişinin eski halinden üstün olmasıdır.” der.

Bence her şeyden önce aileler ve öğretmenler çocuklarının başarı ölçütünü başkaları olarak görmekten vazgeçmeliler. Her çocuğun başarısının kendi potansiyeli doğrultusunda şekillendiği ve bireysel farklılıklarının olduğunu kabul etmekle kalmayıp davranışlarımıza, söylemlerimize de yansıtmalıyız.

Çocukların kendi başarısını başkalarıyla değil kendisiyle karşılaştırmasına yönlendirebiliriz. Bunu da ancak erken yaşlarda başlayan öz değerlendirme çalışmalarıyla başarabiliriz. Çocuk kendini değerlendirdikçe kendi potansiyelini görmeye ve bunu geliştirmeye odaklanır. Başkalarının potansiyeline değil.

Ve bence en değerlisi ve önemlisi çocuklara şu anlayış biçimini kazandırmamız:

“Ne yaparsam yapayım, elimden gelenin en iyisini yapmak isterim.” Sanırım o zaman ülke olarak bir yol kat edebiliriz. Çağın gerisinden yürümekten çıkarız. Çocuklarımız da başkalarından daha iyi olmak üzere kurulu yapay bir motivasyon dinamiğinden kurtularak anlam yaratmaya, değer yaratmaya odaklanmış olurlar.


Barış Sarısoy /twitter: @barissrsy

 

 

Yazar

Akademik Koordinatör & Eğitmen

1 comment

Bir yanıt yazın